Daha hızlı, daha güvenli, daha konforlu, daha ucuz, bakım ve onarım giderleri, işletme maliyeti daha düşük, ekonomik ömrü daha uzun…
Elli kamyonun yükünü bir seferde taşıyabilen, petrole bağımlı olmayan, hava kirliliği yaratmayan…
– Nedir bu?
– Tren!
Bütün bu özelliklere sahip bir taşımacılık sistemi dururken nasıl oluyor da taşımacılığın neredeyse tamamını karayoluyla yapabiliyoruz?..
“Tüm taşımacılığın Amerika’da % 27.29’u karayoluyla, % 38,3’ü demiryoluyla yapılırken, bu oran Almanya’da karayolu % 58,2, demiryolu % 22’dir.
Ülkemizde ise taşımacılığın % 95’i karayolu ve % 4’ü demiryolu ile % 1’i de denizyolu vb. şekilde yapılmaktadır.”*
Otomobili, yedek parçası, benziniyle dışa bağımlılığımızın en önemli kalemlerinden birini oluşturan karayolu taşımacılığını ısrarla sürdürüyoruz…
Oysa Atatürk,1.3.1922 günü, T.B.M.M.’nin üçüncü toplantı yılını açarken: “…Bugünkü savaşlarımızın amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak parasal bağımsızlıkla olanaklıdır. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün yaşamsal dallarında bağımsızlık kötürümdür.” diyor.
Bugünkü pısırıklığımız için ne kadar utansak az!
Üstelik biz tren sever bir ulusuz:
“…O demiryolları ki, kırmızı/yeşil bayraklı yorgun makasçıları; tünelleri ve asma köprüleri bekleyen münzevi nöbetçileri; kırmızı şapkalı hareket memurları, vakur şeftrenleri ve ay/yıldızlı vagon pencerelerinden hiç eksik olmayan, çıplak kavakları, narin salkım söğütleri, kederli çınarlarıyla -hiç çıkmamak üzere- hayatımıza girmiştir, zaten hayatımızdır; nasıl gaflete düşer de onları içten içe çürütmeye, dağılmaya, yok olmaya terk ederiz?” Attila İlhan-Cumhuriyet/1998
Bir de şiir:
TREN SESİ
Garibim
Ne bir güzel var
Avutacak gönlümü
Bu şehirde,
Ne de tanıdık bir çehre;
Bir tren sesi
Duymaya göreyim
İki gözüm iki çeşme.
Orhan Veli
“Trafik canavarı yollardaydı!” türünden klişe başlıklarla gün geçmiyor ki karşılaşmayalım. Canavar korkulacak bir şeydir aslında, ama biz ne korkusuz insanlarız ki yollarda bir canavar (!) kol gezerken böyle umursamaz olabiliyoruz…
İstatistiklere girmeyenlerle, yaralı olarak kayıtlara geçtiği halde daha sonra ölenleri de eklendiğinde, her yıl ortalama 10.000 insanımızı trafik kazalarında kaybediyoruz.
Hâlbuki İstiklâl Savaşındaki şehit sayımız 10.885 kişi.**
Trafik Kazası; insanların 100/500 tonluk bir pres altında parçalanarak ölmesidir. Burada değişen, sadece presin ağırlığıdır. Kıyma makinesi ile etin geçirdiği evre, bunun minimize edilmiş bir örneğidir.
Her yıl ortalama 10 000 insanımızı kıyma makinesinden geçiren bir sisteme başkaldırmıyoruz…
***
“Yaşasın Şinkansen! Şu çılgın Japonlar iyi ki şu Şinkansen’i yapmışlar da oradan buraya uçup duruyorum!
Hayır uçmuyorum, ayaklarım bir an olsun yerden kesilmiyor ama insana yine de uçuyor duygusu veriyor!..
Şinkansen, saatte 200 kilometre hız yapan trenler. ( Aslında 300 kilometre hızla da gidermiş ama bana rastlamadı). Tokyo Olimpiyatlarından (1964) beri ülkenin her yerine vızır vızır işliyor. Burunları jet uçaklarınki gibi, biraz da yunus balıklarını andırıyor. Bembeyaz, gıcır gıcır, her istasyonda bir iki dakika durup, karanlığı, günışığını yara yara ilerliyor.” Zeynep Oral- Cumhuriyet/2006
Hangimiz daha çılgınız, Japonlar mı, biz mi? Ne dersiniz?
10/08/2006
Bizim Sakarya Gazetesi
* TÜTEV (Türkiye Trafik Eğitimini Geliştirme ve Kazaları Araştırma Vakfı)
** Türkiye’nin Trafik Düzeni/Prof. Dr. Rıdvan EGE 2000/ Ankara