Japonya’da Köpek Kulübeleri

Deprem, aslında masum bir doğa olayıydı. 
“Yüzyılın Depremi” öncesi deprem kuşakları belliydi. Fay hatlarının doğrultuları, ilerleme hızları, hepsi belliydi ama bunlar hiç hesaba katılmadı. Bitki örtüsüyle, deniziyle, denizinde bin bir çeşit balığıyla, çiftçinin yüzünü güldüren toprağıyla Marmara, gözbebeğimiz olması gerekirken geleceğimizi planlayanlar gözlerine kestirmişlerdi onu. 17 Ağustos 1999’a gelene kadar Türkiye’deki tüm sanayi tesislerinin yarıdan fazlası, plansızca Marmara Bölgesine kuruldu. Çarpık sanayileşmenin ardından da göçler ve çarpık yapılaşma geldi. Yağmadan pay kapma hırsı her şeyin önüne geçti. Can güvenliği unutuldu… 

Japonya’da köpek kulübeleri bile depreme dayanıklı olarak yapılırken biz 17 Ağustos’ta yerle bir olduk. 45 saniyede insanların yüreğine acı, umutsuzluk, çaresizlik, yerleşti. Yüzlere yansıdı.
Üç yıl boyunca biz Adapazarı’nda son derece sağlıksız bir ortamda yaşadık. Masum, küçük çocuklarımızın geleceğiyle oynadık.
Denedim; bir gün oturdum, kendimi zorlayıp birçok kişiyi rasgele telefonla aradım. Bir araya gelelim, Atatürk Bulvarında bir protesto yürüyüşü yapalım dedim. Her zaman ortalarda görünen kişilerle yapılan göstermelik eylemlerden bir sonuç çıkmayacağını biliyordum. Söyledim, halktan kişiler olarak katılmalarını rica ettim. Eylem fikrine kimse karşı çıkmadı ama yanaşmadı da: “Ben memurum” dedi kimi… “Ben esnafım, ben yerliyim… Görülmek istemem” dediler. “Çocuklarımıza söyleriz, gelirler” dedi biri.
Sonra Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’e gönderdiğim e-postada Adapazarı’nın o günlerdeki durumunu tüm ayrıntılarıyla anlattım.

Yanıt hemen geldi:

Sayın Tamay Açıkel,

Elektronik posta yoluyla gönderdiğiniz, Adapazarı’ndaki olumsuz koşulların yaşamı güçleştirdiğini, sağlık sorunlarının arttığını belirten, kentin altyapısının tamamlanması ve yolların asfaltlanması isteğinizi içeren yazınız, aşağıda günü ve sayısı belirtilen yazımızla Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na ve Sakarya Valiliği’ne iletilmiştir.
Bilginizi rica ederim.
Genel Sekreter Adına
H.Bülent SERİM
Genel Sekreter Yardımcısı
27.03.2002-B.01.0.YKB.02-76-772

Valilik tarafından Adapazarı Belediyesine iletilen yazı dolayısıyla, 17.3.2002’de Adapazarı Belediyesinden aldığım e-posta mesajı:

Sayın Tamay Açıkel,

Sayın Cumhurbaşkanımıza şehrimizin sorunlarına dair göndermiş olduğunuz e-mailiniz ile göstermiş olduğunuz hassasiyetten dolayı teşekkür ediyoruz.
Başta asfalt olmak üzere şehrimizin sorunlarının giderilmesi ve “yaşanabilir bir Adapazarı”nı oluşturabilmek için imkânlarımızın elverdiği ölçüde çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz.
Duyarlılığınız için tekrar teşekkür eder, saygılar sunarız.
Not: Valilik Makamına göndermiş olduğumuz cevabi yazımız ektedir.

Adapazarı’nın yeniden yapılanmasına küçük bir katkı yapmışımdır belki de. Ancak, duyduğum sadece bireysel huzurdu. Oysa şehir halkı olarak “sivil itaatsizlik”* hakkımızı kullanabilirdik. O kaos ortamında barışçıl bir protesto eylemiyle sesimizi tüm ülkeye ve yetkililere duyurabilirdik, buna hâlâ yanarım.
Katlandık… Evet, sadece söylendik ve katlandık.

Gelecek kuşakların, deprem kuşaklarıyla barışık yaşayan; gerektiğinde de, -her konuda- “sivil itaatsizlik” hakkını kullanabilen yetişkinler olmaları dileğiyle…

Tamay Açıkel 

17/08/2006 Bizim Sakarya Gazetesi

* Sivil İtaatsizlik: Hukuk devleti fikrinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir (Ökçesiz, Hayrettin; Sivil itaatsizlik, Afa Yayınları- İstanbul 1994 s.130).
Sivil itaatsizlik her şeyden önce bir “Siyasi ifade” biçimidir (Harding, Walter; Sivil İtaatsizlik, İstanbul 1991).
Kişi, bireysel ya da kitlesel bir davranışla, kural dışı protesto yürüyüşü, açlık grevi yapabilir, işgal eylemine karışabilir, bir parktaki ağaçların kesilmesine karşı çıkabilir, ya da gecekondu yıkımına gelen dozerlerin önüne çıkarak pasif direniş gösterebilir. Demokratik Hukuk Devletinde, siyasi ifadeler ya sistemle bütünleşir, korunur, kurumsallaşır ya da sistem bırakılır, yasaklanır. Bu kritik çizgiyi belirleyen faktör, her şeyden önce siyasi ifadeye yüklenen “şiddet” unsurudur. Sivil itaatsizlik, şiddet unsurunu taşımayan bir muhalefet tipi ya da siyasi ifade biçimi olduğu ölçüde sistemin içinde kalan, ama yeni hukuk devleti anlayışında birey olmanın bir ifadesi olarak düşünülmektedir (Çağlar, Bakır; Argumentum, Temmuz-Aralık 1993, yıl 3-4, sayı 36-41, s.651).
Sivil itaatsizlik ilk olarak Eski Yunan Uygarlığında Socrates ve Antigone olayıyla karşımıza çıkmaktadır. Çağımızda ise Thoreau, Gandhi ve King sivil itaatsizliğin öncüleri sayılmaktadırlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir