Sinop’ta Olmak

İç Liman- Tersane

Kıyı kıyı Batı Karadeniz gezimizin son durağı Sinop. Hastane kavşağındaki kırmızı ışıkta duruyoruz. Şehrin biricik trafik ışığı da burada. Başka yerde yok. Gereksiz olduğuna karar verip kaldırmışlar. Trafikte sinirli davranışlar görmemek, korna sesi duymamak ne güzel. Yayaya yol veren araçlar görmek…

Otelimizin bulunduğu yer Tersane bölgesi. Limanın kıyısındayız. Akşam olunca da şehirden kopmuyoruz böylece… Karadeniz’in eylülü başkadır. Sıcaklığın ve nemin artık azaldığı, yasağın kalkmasıyla beraber balığın birden bollaştığı aydır eylül. Günbatımları daha bir görkemli olur. Sinop’ta ise elle tutulur bir görmüş geçirmişlik, binlerce yılın imbiğinden süzülmüşlük var. Bu eşsiz limanda güneş elbette güzel batacak… İnsanın içinde, adlandıramadığı bambaşka duygular uyandıracak.

Yalnız, burası öyle bir coğrafya ki yön duygusunu alt üst ediyor insanın… Karadeniz kıyısında yüzünüz denize dönükse orası aşağı yukarı kuzeydir, değil mi? Eğer Sinop’taysanız, güney! Liman’dan merkeze doğru bir gezinti sırasında bir hediyelik eşya tezgâhında kaligrafik yazıyla yazılmış şiirler gözümüze çarpıyor. Birini okuyoruz. Altında Günay Özdemir imzası var. Kendisi de o sırada tezgâhını düzenlemekle meşgulmüş. Güzel bir şiir. Ama eşim bir yazım hatasına takılmış, onu söylüyor: “Gündoğusu” yerine “gündoğrusu” yazılmış. Yok diyor Günay Bey, “Gündoğrusu doğru. Burada böyle deniyor…”. Nasıl olur? Ötede duran bir garsonu çağırıp soruyor: Rüzgâr şu anda nereden esiyor? Üstüne basa basa “Gündoğrusu!” diyor delikanlı. Hadi ona inandık da neden batıyı gösteriyor? Çünkü orası doğu! Aslında şaşılacak bir şey yok, ancak, haritayı gözünüzün önüne getirseniz de alışmak biraz zaman alıyor.

P1070807-4

SEN SİNOP’SUN
Sen Yalı’da çayla simit
Limanda gümüş kanatlı martı,
Mendirekte dost balıkçı
Aşıklar’da salınan kadınsın…

Sen Sarıkum’da yılkı atım
Akliman’da deniz tadım,
Hamsilosum, cennet koyum
Güzeller güzeli Sinope’sin…

Sen haziranda gündoğrusu
Temmuzda karayelim,
Ağustosta gün dönümüm
Eylüllerde hüznümsün…

Sen Sinop’sun
Günay Özdemir

Hamsilos, Akliman, Sarıkum, İnceburun

Aracınızı bırakıp doğa yürüyüşü yapmak isterseniz iki rota var. Birincisinde Hamsilos Koyu’nu çepeçevre dolaşarak akarsu vadilerinin deniz suları altında kalmasıyla oluşan ria tipi kıyıların en güzel örneklerinden birini görebilirsiniz. 2 kilometrelik bir yürüyüş yolu bu… Yaya, bisikletle, atla ya da araçla yapabileceğiniz ikinci tur ise Hamsilos Burnu’ndan başlayıp Akliman, İnceburun yolundan devam ediyor, Sarıkum Köyünde son buluyor. Bu yol sizi Türkiye’nin en kuzey ucu olan İnceburun’a kadar götürecek… Endemik bitki türlerinin arasından, yaban hayatının yakınından geçecek, eşsiz güzellikte manzaralar göreceksiniz. Küçücük köylere düşecek yolunuz. Kahvede oturan birine yol soracaksınız. Sarıkum’un denizini ve kumunu unutamayacak, burada denize girmeyi hep özleyeceksiniz… Sarıkum Gölü ve çevresi birkaç çeşit ekosistemin çok kısa mesafeler içinde bir arada bulunduğu bir alan. Deniz, kıyı şeridi, kumul, sazlık, bataklık, dere ve orman. Göç yolları üzerinde bulunduğundan kuşların barınma ve konaklamasına olanak sağlıyor. Çevrede yılkı atları dolaşıyor, onlarla karşılaşıyorsunuz. Karaca, yaban domuzu, çakal, tilki, vaşak da diğer yaban hayvanlarından bazıları. Bölge 1987’de “Tabiatı Koruma Alanı” ilan edilmiş. Şimdilik iyi korunuyor. Şimdilik diyorum, çünkü İnceburun’a bir nükleer santral yapılacak.
İnceburun… Güneş henüz tepede ve şu anda görsellik nefes kesici. Gündoğumu ve günbatımları kim bilir nasıldır… Santralın soğuk silueti burada yerini almadan gidin. Yaban hayatı etkilenmeden, köyler başka yerlere taşınmadan; kendi içindeki pek hassas düzen bozulmadan gezip görün, soluyun tertemiz havasını. Öncelik neden rüzgâr enerjisine verilmedi? Burası Türkiye’nin en çok rüzgâr alan yerlerinden biri değil mi? Sinoplular çok karşı çıktılar, direndiler ama önleyemediler işte… Neden onlara sormuyorlar, neden bize sormuyorlar?

İnceburun Feneri

İnceburun Feneri

M.Ö. 7. yüzyıl ortalarında bir Milet kolonisi olarak kurulan şehirde tarih boyunca da çeşitli uygarlıklar el değiştirmiş. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı. Yarışın nedeni hep aynı: Karadeniz’de egemen güç olmak! Sinop’u bu kadar vazgeçilmez kılan özelliğiyse onun hâkim kuzey rüzgârlarına kapalı, korunaklı ve güvenli bir iç liman oluşu. Şehir, ada ile karayı birleştiren kıstak üzerinde kurulu. Coğrafi konumunun sağladığı üstünlükle denizcilikte ve ticarette hep önde olmuş. İç kısımları Karadeniz’e bağlayan yollarda ticari eşya taşıyan kervanlara üs görevi görmüş. Selçuklu döneminde Sinop Kalesi güçlendirilmiş, kalenin bir bölümüne de tersane kurulmuş. Tersane Osmanlı döneminde de böyle kullanıldıktan sonra 1887’de hapishaneye dönüştürülmüş.

Sinop Cezaevi

Sinopkalesi

Sinop_Cezaevi (2)

Çok yüksek duvarlarla çevrili bir kale. İçerde yaşam koşulları acımasız. Kaçmak imkânsız. Bu nedenle de mahkûmların korkulu rüyası olmuş oraya düşmek. Zindan, hücreler, demir kapılar, her türlü yoksunluk var burada… Dalgaların sesini duyuyor ama göremiyorsunuz… “ Dışarda deli dalgalar/ gelip duvarları yalar/ seni bu sesler oyalar/ aldırma gönül aldırma”… İç burkan çaresizliğini bu dizeleriyle anlatıyor Sabahattin Ali.

Cezaevi 1997’de boşaltılıp iki yıl sonra da Kültür Bakanlığı’na devredilmiş. O zamandan beri ziyaretçilere açık.

AB Ortak Kültürel Miras Projesiyle Sinop Cezaevi restore edilecekmiş. Çok büyük bir bütçe ayrılmış ve çalışmalarda son aşamaya gelinmiş.

P1070808-3

Dr. Rıza Nur Kütüphanesi

Sinop’un simgelerinden biri de Doktor Rıza Nur Kütüphanesi. Büyük bir restorasyon geçirmiş ve bu yılın başında yeniden açılmış. İlk açılış, 1924 yılında. Rıza Nur doktorluğunun yanısıra devlet adamı, tarihçi. Tıbbiyede öğrenim görürken bir gün kitap almaya harçlığı yetişmemiş; o da o gün, ilerde çok para kazanıp bir kütüphane yaptırmaya ahdetmiş. Deniz kıyısındaki, Rumlardan kalma, üç katlı bu güzel binayı satın almış ve hayalini gerçekleştirmiş.

ZZO

Zeynel Zeki Özcanoğlu

Başöğretmen Atatürk’ü karatahtanın başında, halka yeni harfleri tanırken gösteren o ünlü fotoğrafı hepimiz biliriz. Sinop Ortaokulunun bahçesidir orası. O tarihteki adı Yatı Mektebi olan okul, bugün Öğretmenevi olarak kullanılıyor. Kesme taştan yapılmış, iki katlı, çok güzel bir bina. 1933-1936 yılları arasında ortaokulun müdürü dedem İbrahim Akdoğan imiş. Biz de işte bu vesileyle Sinop’ta Zeynel Bey’i tanıma şansını elde ediyoruz. Her şehirde olduğu gibi Sinop’ta da özel merakları olan insanlar var. Fotoğraf koleksiyoneri, emekli öğretmen Zeynel Zeki Özcanoğlu da onlardan biri. Onu burada herkes tanıyor. Sinop fotoğrafları, özellikle de okul fotoğrafları topluyor. Sinop’ta eğitime hizmet etmiş ne kadar okul, öğretmen, idareci; bu okullarda öğrenim görmüş ne kadar öğrenci varsa her birini onun arşivinde bulmak mümkün. Bizi eski bir dost gibi karşılıyor ve birlikte o yıllara ait albümlere bakıyoruz. Okul gezileri, folklor, tiyatro gibi etkinliklerde öğrencilerin arasında; törenlerde, toplu çekimlerde öğretmen ve idarecilerle… Hiç görmediğim yirmiden fazla okul fotoğrafı çıkıyor dedemin. O devrin fotoğrafları insanı derinden etkiliyor. Yüzlerden yansıyan o pırıltıdan mı? Genç cumhuriyetin ve idealizmin aydınlığı var o yüzlerde.

Dedem İbrahim Akdoğan- yerde oturan beyaz giysili kız annem

Dedem İbrahim Akdoğan- yerde oturan beyaz giysili kız, annem-elinde oyuncak olan küçük kız, teyzem

Sinop’a emekli şehri diyorlar. Emekliler için gerçekten yaşanası bir şehir. Her şeyi bol bol veren bir doğa. Nüfus artışı çok yavaş olduğu için kalabalığı az, sakin, mutlu, huzurlu. Bir iki yıl önce yapılan bir ankete göre Türkiye’de hayatından memnun olan insanların oranı burada en yüksek çıkıyor. Azapla, çileyle özdeşleşmiş bir hapishanenin adının bu şehirle birlikte anılması ne tuhaf.

diogenes-of-sinope-001

Sinoplu Diyojen/ Kaynak: https://theploughman.wordpress.com/ 2013/05/09/i-just-read-tomorrows-newspaper/

Diyojen

İkisi de antik çağ filozofu… Biri çileciliği, diğeri hazcılığı benimsemiş… Diyojen bir gün lahana yıkarken Aristippos ona der ki:
Eğer krala yaltaklanmayı bilseydin her gün lahana yemek zorunda kalmazdın. Diyojen ise hiç istifini bozmadan şöyle der:
Eğer lahana ile yetinmeyi bilseydin bir zalime dalkavukluk etmek zorunda kalmazdın.

Elinde fener, gün ortası Atina sokaklarında “Dürüst adam arıyorum…” diye dolaşan antik çağ filozofu Sinoplu Diyojen (M.Ö. 412 -M.Ö. 323). Gereksinimleri en aza indirebilmek, erdemli olmak… Bu kadarcık şeyle mutlu ve özgür yaşanabileceğini göstermek ister insanlara. İçinde uyumak için bir fıçı ve su içmek için bir tasla yetinir. Fakat bir gün, avucunu dayayıp çeşmeden su içen bir çocuk görünce; “Bunca zamandır şu gereksiz eşyayı taşımakla ne büyük aptallık etmişim!”…” diyerek elindeki ahşap tası fırlatır atar.

Kendisinden bir dileği olup olmadığını soran koskoca İskender’e “Gölge etme, başka ihsan istemem!” diyebilen Diyojen, Sinop’un sembollerinden biri… Sinop’ta onun bir heykeli ve onunla ilgili anlatılan daha pek çok hikâye var.

Sinop mantısının ününü duymuştuk… Teyze’nin Yeri’ni salık veriyorlar, oraya gidiyoruz. Masaların hep dolu olmasından da belli. Cevizlisini çok beğendim.

P1070805

Havanın garantisi olmasa da sonbaharın ilk günlerini Karadeniz’e ayırmak, taze balık yemeyi garantilemek demek. Palamutlar denizden, pişirmesi de Sinoplu usta aşçımızdan. Bir de üstüne nefis bir irmik helvası. Gönül Hanım helvayı kendileri için yapıyormuş. Kavururken gördük diye bize de ikram ediyor. Göz hakkı!

Limanda Kale’nin soluna doğru hep kıyı restoranları ve devamında çay bahçeleri var. Sağına doğru yine çay bahçeleri, parklar… Akşamüstü sahilde otururken kararlı adımlarla iskeleye doğru gidenleri görüyoruz. Balık tutacaklar iskeleden. Ve kocaman balıkçı tekneleri… Onlar da günbatımına doğru son hazırlıklarını tamamlayıp sefere çıkacaklar.

Sinop’a gelip de Kale’de zaman geçirmeden olmaz. Şöyle bir etrafa bakmakla, birkaç da fotoğraf çekmekle yetinirseniz; oturup manzaraya karşı uzun uzun keyif yapmazsanız Sinop geziniz eksik kalır. Hani diyorlar ya; “Anlatılmaz, yaşanır”… Öyle.

Sinopale

Bundan sonraki gelişlerimizde göreceklerimiz listesine Sinopale’yi de ekliyoruz. 2006 yılında başlamış. İki yılda bir yapıldığına göre bir sonraki 2016’da. Bu, Sinop’a özgü bir bienal, uluslararası bir proje. Dünyanın dört bucağından gelen sanatçılar Sinoplularla birlikte ve uygarlıkların beşiği Sinop’tan aldıkları esinle sanat üretiyorlar. Sergi, performans, sanat atölyesi gibi etkinliklerde kamusal alanlar kullanılıyor. Gönüllülük esasına dayanıyor. Olmazsa olmazı ise halkın katılımı.

Maket Kotralar

y3-1100x1250

Kaynak: http://www.gemimaketi.net /Modelli-Yat-Maketleri-Ayhan-Kotra-56X56

Sinop’ta orman ve kıyı kültürünün özümsenmesi ve bunun marangozluk becerisiyle birleştirilmesi sonucu Türkiye’de başka yerde göremeyeceğiniz, şaşılacak güzellikte ve mükemmellikte bir el sanatı ortaya çıkmış: Maket kotra yapımcılığı. Meraklısı için yalnızca bu bile Sinop’a gitme bahanesi olabilir. Kotralar hediyelik eşya olarak en basitinden en gelişmişine ve geniş bir fiyat skalasında sunuluyor. Tam bir hediyelik eşya cenneti.

Bu sanatın başlangıcı çok eski değil. Sinop cezaevinde mahkûmlara, zamanı değerlendirme ve el becerilerini geliştirerek meslek kazandırma uğraşı olarak başlatılmış. Derviş Usta diye anılan bir mahkûm 1950 yılında cezaevinden çıkınca Sinop’ta kalmış. Bir atölye kurmuş ve yanında çırak yetiştirmiş. Ona gönüllü çıraklık eden Ayhan Usta (Ayhan Demir) ve birkaç arkadaşı sonradan birlikte dükkân açıp işi çok ilerletmişler. Bu güzel maketler Amerikan radar üssündeki Amerikalılardan çok ilgi görmüş. Alıp alıp ülkelerine götürmüşler. Böylece Sinop işi kotraların ünü sınırları aşmış. Ayhan Usta’nın da tabii.

Şelaleler, göller, mağaralar; Erfelek Tatlıca Şelaleleri, İnaltı Mağarası, Akgöl… Şehirde, Alaattin Camisi, medresesi, Müze…

Sinop’un doğasında da kültüründe de daha görülecek, keşfedilecek çok şeyler var.

Tamay Açıkel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir