Hıfzı Topuz
Hıfzı Topuz, 1923 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni (1942), İÜ Hukuk Fakültesi’ni (1948) bitirdi. Strasbourg Üniversitesi’nde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesi’nde gazetecilik doktorası yaptı (1960).
1947-58 yılları arasında Akşam Gazetesinde önce istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü oldu. İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığında bulundu.
Paris’te Unesco Genel Merkezi’nde Özgür Haber Dolaşımı şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleksel iş birliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi. Kara Afrika’da kırsal basın projesini oluşturdu.
1962 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin, o zamanki adıyla Basın-Yayın Yüksek Okulu’nun kuruluşu için, Paris’te Unesco’nun merkezinde ilk projeleri hazırladı.
TRT’de Radyolardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı’nda bulundu (1974-75). 1986’da halen başkanlığını sürdürdüğü İletişim Araştırmaları Derneği’ni (İLAD) kurdu. Vatan, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleriyle çeşitli dergilerde diziler ve inceleme yazıları yazdı.
Anadolu Üniversitesi, Galatasaray ve İstanbul Üniversiteleri iletişim fakültelerinde basın, radyo-televizyon tarihi, uluslararası iletişim ve siyasal iletişim dersleri verdi.
Yapıtları
İnceleme: Information Internationale dans la Presse Turque (Strasbourg, 1961), Kara Afrika (1970), Caricature et Société (Paris, 1974), Uluslararası İletişim (1985), İletişimde Karikatür ve Toplum (1985), Lumumba (1987), Kara Afrika’da İletişim (1987), Status, Rights and Responsibilities of Journalists (Prag, 1989), Basında Tekelleşmeler (1989), Yarının Radyo-TV Düzeni (1990), Siyasal Reklamcılık (1991), II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi (2003), Dünya Karikatür Tarihi (1997), Dünyada ve Türkiye’de Kültür Politikaları (1998). Roman: Meyyale (1998), Taif’te Ölüm (1999), Paris’te Son Osmanlılar (1999), Hatice Sultan (2000), Gazi ve Fikriye (2001), Çamlıca’nın Üç Gülü (2002), Devrim Yılları (2004). Anı: Paris’li Yıllar (1994), Eski Dostlar (2000), Elveda Afrika, Hoşça Kal Paris (2005). Fikret Mualla’yı anlattığı son yapıtı çok yakında çıkacaktır. Eserde, Mualla’nın 300 yapıtının fotoğrafları yer alacaktır.
Söyleşi: Tamay Açıkel
Değerli gazeteci, yazar, iletişim kuramcısı Hıfzı Topuz bu sayımızın konuğu. Gren Dergisi, sayı: 20, Mayıs-Haziran/2005
Kitabın adına bakıp da hüzünlenmeyesiniz; evinde Afrika ve Paris’le ilgili öyle çok anı var ki Hıfzı Bey’in. Ayrıca sanat, eğitim, bilim, tarih gibi çeşitli konularda özverili, yoğun, ama görev duygusuylaöyle istekle çalışıyor ki…Yakın arkadaşı Emre Kongar: “ Yıllarca yurtdışında, Unesco’da çalışmış, sadece Türkiye’nin kültürüne değil, dünya kültürüne de büyük hizmetler yapmıştır” diye söz ediyor ondan. O, gerçek bir aydın olarak, Unesco’daki görevinden emekli olup Türkiye’ye “Merhaba!” dediği günden beri de sürdürüyor hizmetlerini.
T.A. Anılarınızı topladığınız “Elveda Afrika, Hoşça Kal Paris” ocak ayında yayımlandı. Türkiye’nin aydınlanma döneminin dikkatli bir izleyicisi olan Hıfzı Topuz aynı zamanda çok da düzenli bir insan olmalı. Bu kadar hareketli bir yaşamın anılarını arşivlemek kolay değildir herhalde?
H.T. Ben çocukluğumdan beri belge toplamaya meraklı oldum. Bana gelen hiçbir mektubu, katıldığım toplantıların gündemlerini okuduğum dergileri atmadım. Zamanla onlar birikti, kesitler hazırlayıp dosyalara yerleştirdim
Gazeteciliğe başladıktan sonra beni ilgilendiren konularda dosyalar oluşturdum. Yıllar boyu onlar zenginleşti ve her konuda başvurduğum bir arşiv durumuna geldi.
Yazılarımdaki belgeselliğin ilk kaynağı bunlardan oluşuyor.
T.A. Rebia Anne (anneanneniz) sizi çok etkilemiş. Gazetelerdeki yazılarımı hep kesip saklardı diyorsunuz. Çok değer verdiği mektuplarını da bir bohça içinde karyolasının altında saklarmış. Ondan biraz söz eder misiniz? Sizi nasıl etkilemişti?
H.T. Rebia Anne’nin babasının etkisinde kaldığımı sanıyorum. Babası Vezir Hasan Hilmi Paşa’nın aydın bir insan olduğunu biliyorum. Jön Türkler’le yakınlığı varmış. Çok kitap okurmuş, konağında sanat eserleri toplamış, kızlarına özel dersler aldırmış, hepsine Fransızca öğretmiş. Rebia Anne’nin çevresi de Batı’ya yönelik aydın ve soylu hanımlardan oluşuyordu. Bütün torunlarının yabancı dil öğrenmelerine ve aydın olmalarına çok özen gösterirdi. Üniversite hocası, diplomat, ya da yazar olmamızı isterdi.
Okulda hepimizin velisi oydu. Karnelerimizi o imzalardı. Hastalanacak olduk mu sabahlara kadar başımızda beklerdi. Nesi var, nesi yok satıp okul masraflarımızı karşıladı. Çok alçakgönüllü, hoşgörülü, olgun, son derecede nazik ve ince düşünceli bir kadındı.
T.A. Dostluğa çok değer veriyorsunuz. “Eski Dostlar” adlı anı kitabınız bunun kanıtlarından biri… Genellikle yorum katmıyorsunuz. Hayatları darmadağın olmuş arkadaşlarınız var aralarında. Hepsine karşı vefalısınız. Bu dikkatimi çekti.
H.T. Yaşamım boyunca dostlarıma hep saygılı davranmaya ve hiçbirini kırmamaya, incitmemeye çalıştım. Kendi mutluluğumu yakınlarımın mutsuzluğu üzerine kurmaktan her zaman çekindim.
T.A. Unesco’nun Afrika’da eğitim ve iletişim programlarında yer aldığınız yıllarda, sömürgeciliğin karanlık çağlarını yaşamış olan insanların umutlarına ve düş kırıklıklarına tanık olmuşsunuz. Örneğin bağımsızlığa büyük umutlar bağlamış olan Kongolular, bağımsızlığa kavuştuktan sonra (1960), ekonomik ve sosyal alanda egemenliklerini kazanamadıkları için düş kırıklığına uğramışlar. Unesco’nun eğitim programlarının ne gibi yararları oluyordu?
H.T. Ellili yılların ikinci yarısında sömürgecilerin Kara Afrika ülkelerinden çekildikleri dönemlerde halk genelde kara bir bilgisizlik içindeydi. Nüfusun yüzde 90’ına yakın bir oranı okuma yazma bilmiyordu. Misyoner okulları yalnız din adamı yetiştiriyordu. Gazeteler ve radyolar beyaz insanlar içindi. Unesco bu ülkelerde eğitim kampanyaları düzenledi, okullar açtı, yetişkinler için de işlevsel eğitim programları hazırladı. İşlevselden amaç köylünün ya da işçinin üretimde kullanacağı bilgileri edinmeleri için okur yazarlık öğrenimiydi
Yabancı gazeteciler ayrılınca o ülkelerde ne gazete çıkartacak personel kaldı ne de radyo gazetecileri. Biz, Unesco’dan uzmanlar göndererek onları yetiştirmeye çalıştık. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ndan da yardım alarak yeni iletişim araçlarının kurulmasına katkıda bulunduk. Bugün medyada çalışanların çoğu o programdan yararlandılar.
T.A. Sanat yeteneği olanlara eğitim olanakları da sağlıyor muydu Unesco? Yoksul Afrika ülkeleri sanat ürünleri açısından zengin miydi?
H.T. Unesco Afrikalılara yıllar boyu eğitim, kültür ve sanat konularında burslar verdi. Yerli sanatçıların gelişmesine ve çok zengin olan Kara Afrika Sanatı’nın tanınmasına katkıda bulundu.
T.A. Uluslararası bir örgütte çalışınca çeşitli uluslardan birçok iyi eğitim görmüş insan tanımış oldunuz. Bazılarıyla da iyi dostluklar kurdunuz. Kültürlerini gerek göreviniz dolayısıyla gerekse ilginiz, merakınız sayesinde yakından tanıdınız. A.B.D.’nin etkisizleştirme politikalarının başarılı olduğunu söylüyor, “Dünya egemenliği yolunda UNESCO’nun çekinilecek bir yanı kalmamıştı.” diyorsunuz. Böyle bilinçli ve özverili insanların görev yaptığı güçlü bir örgüt bile teslim olduktan sonra halklar nasıl direnecek kültür emperyalizmine; nasıl sahip çıkacaklar kültürlerine?
H.T. Unesco’nun uyguladığı programlar bazı ülkelerin iş ve finans çevrelerinde, globalleşmenin temelindeki çokuluslu ortaklıklarda, silâh endüstrisini ellerinde bulunduran güçlerde tepkiler yaratıyordu. Bunların başında silâhlanmaya karşı savaş ve barış programı geliyordu. Sömürgeciliği yeni biçimlerde sürdürmeye çalışan yeni sömürgeciler bu programlara kuşkuyla bakıyorlardı.
Unesco iletişimde de haber tekelciliğine ve özellikle büyük haber ajanslarının egemenliğine karşıydı. Unesco geri kalmış ülkelerde toplumların bilim dışı kara inançlarla yönetilmesini önlemek için o ülkelerde bilimin, eğitimin ve kültürün gelişmesine katkı sağlıyordu. İletişim araçlarını geliştirerek onlara ışık götürmeye, aydınlanma düşüncelerini tanıtmaya çalışıyordu.
T.A. 1974 yılında Unesco’daki görevinize bir yıl ara vererek Türkiye’ye döndünüz ve TRT’de Genel Müdür Program Yardımcılığı’na getirildiniz. Çeşitli ülkelerde edindiğiniz deneyimlerden yararlanarak, radyonun yöneticiler ve yönetilenler arasında bir diyalog aracı olarak kullanılmasına yönelecektiniz. Demokratik gelişme süreci içinde iletişim araçlarına büyük görevler düştüğüne inanıyordunuz. Koşullar uygun olsaydı öyle bir görevi sürdürmek ister miydiniz?
H.T. Eğer Süleyman Demirel’in başkanlığında Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmasaydı, İsmail Cem’in ve benim görevime son verilmeseydi TRT’den ayrılmayı hiç düşünmezdim. Biz televizyonda ve radyolarda önemli devrimler yaptık. İzleyiciler ve dinleyiciler bize her fırsatta yeni yayıncılık düzeninden duydukları hoşnutluğu anlatıyorlardı. O dönem TRT’nin tarihinde unutulmaz bir devrin dönemi oldu.
T.A. Dünyada ve Türkiye’de televizyon yayıncılığının bugünkü durumunu bir iletişim kuramcısı olarak değerlendirir misiniz?
H.T. Dünyada ve Türkiye’de televizyon yayıncılığında bugün özel ortaklıkların egemenliği var. Kamusal yayıncılık sahipsiz kaldı.
T.A. Ticari TV kanalları arasındaki keskin bir rekabet ortamında daha çok izlenme kaygısını veri olarak kabul edersek, program ayıklayan, sorgulayan, kötüyü reddeden bilinçli bir hedef kitle yaratmak çok mu zor? Sizce zor da olsa, bunun yolu nedir?
H.T. Evet, bilinçli bir hedef kitle yaratmak çok zor. Bunu ancak ticari amaçlar gütmeyen, kâra yönelmeyen, devletin yönetiminde olmayan kamusal yayın kuruluşları gerçekleştirebilir. Özel TV’lerin, kuruluşları gereği reyting peşinde koşmaları çok doğal. Devlet televizyonu da bağımsız ya da özerk değil, hükümetin yönetiminde. Bu koşullarda kamusal yayın organlarını kurmaya yönelmek gerek. Bunun bazı ülkelerde örnekleri var, onları örnek almalıyız.
T.A. Bir iletişim uzmanı ve sanatsever olarak “İletişimde Karikatür ve Toplum” adlı bir eseriniz yayımlanmış 1985 yılında. Ondan söz eder misiniz?
H.T. İletişimde Karikatür ve Toplum kitabını 1974’de Fransızca “Caricature et Société” adıyla yazmıştım. Kitap o yıl Paris’te yayımlandı. 1983’de Türkiye’ye döndükten bir yıl sonra Anadolu Üniversitesi’nde iletişim derslerine başladım. Rektör Yılmaz Büyükerşen ve yardımcısı Şan Özalp o kitabın Türkçe basılmasına yardımcı oldular.
Gerek Türkiye’de gerek Fransa’da çok karikatürcü dostum olmuştu: Ferruh Doğan, Ali Ulvi, Semih Balcıoğlu, Wolinski… Onların isteğiyle dünya karikatür tarihini ele aldım. Ne bizde ne de dışarıda bu çapta kapsamlı bir kitap yayınlanmamıştı. Ben bunu gerçekleştirmeye çalıştım.
T.A. Bir yazınızda da; “bir karikatürcü çizdiğini yayımlayamıyorsa orada özgürlük yok demektir” demişsiniz. Yazı 1971 yılında yayımlanmış. Karikatür sanatçımız Turhan Selçuk da bu durumun başka sanat dallarında da geçerli olduğunu söylüyor. O günlerden bugüne neler değişti?
H.T. O günlerden bugüne çok şey değişti. Artık tam bir siyasal özgürlük ortamında olduğumuza inanırken bir de bakıyorsunuz hiçbir saldırı unsuru taşımayan bir karikatür yüzünden bir karikatürcü hakkında kovuşturma açılmış. Demek ki eski anlayışlar zaman zaman hortluyor. Çok yazık. Baskıyla hangi ülkede karikatürcüler susturulmuş ki. Buna tarihten ders almamak denir.
T.A: Tarihsel romanlarınızdan söz edersek; Atatürk devrimlerine karşı girişilen saldırılara tepki olarak yazmaya başladığınızı söylüyordunuz bir söyleşide.
H.T. İlk olarak Osmanlı döneminin özlemini çekenlere bir tepki olarak yazmaya başladım. Romanlarımda o dönemlerdeki yolsuzlukları, baskıları, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, insan haklarına saygısızlığı, kadın haklarının çiğnenmesini, doğrudan infazları, istibdat yönetimini ele aldım. Sonra Millî Mücadele ve cumhuriyetin kuruluş yıllarında devrimler için yapılan savaşların üzerinde durdum. Atatürk’e her zaman çok büyük bir saygı ve sevgi besledim.
T.A. Toktamış Ateş şöyle diyor: “Okuma özürlü bir gençlik yetiştirdiğimizden, öğrencilerime okuma zevki aşılayabilmek için; her yıl, ulusal savaşımızı konu alan bir roman okutur ve sınavlarında sorumlu tutarım. Umarım başarılı olmuşumdur.” Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda; tarihsel romanlar okuma alışkanlığı kazandırmada etkili olur mu?
H.T. Yazdığım tarihsel romanların çok okunduğunu görmekten mutlu oluyorum. Bazı öğretmenler öğrencilere benim romanlarımın değerlendirilmesini ödev olarak veriyorlar. Sonra da beni okula çağırıyorlar, gençlerle söyleşiler yapıyorum. Çocuklara tarihi sevdirdiğim söyleniyor. Çok seviniyorum.
T.A. “Araştırmacı-yazar Hıfzı Topuz’un üniversitemize hediyesi ‘Kara Afrika Sanatı Koleksiyonu’ için OGÜ Kütüphanesinde sürekli bir sergi salonu oluşturulmuştur. Açılış 02 Haziran 2005, Perşembe günü saat 15.30’da yapılacaktır. Açılış öncesi Sayın Hıfzı Topuz bir konferans verecektir.” Eskişehir Osmangazi Üniversitesinin internet sitesinden yapılan bir duyuru! Bu ilginç koleksiyonu nasıl oluşturdunuz?
H.T. 400 küsur parça objem var. Afrika’da gittiğim yerlerden taşıdım. Bunun dışında tanıdığım Afrikalı maske ve heykel satıcıları var benim; Paris’e geldiklerinde beni ararlardı, bana gösterirlerdi önce. Bu şekilde onlardan bir hayli öteberi aldım… Benden sonra ne olur bunlar? Oğlum da 20-30 parça aldı ama o benim gibi bunun hastası değil… Eskişehir Osmangazi Üniversitesine bir söyleşiye gitmiştim. Afrika’dan söz açıldı; rektör, rektör yardımcısı, profesörler çok ilgilendiler koleksiyonumla…“Ben bunları size veririm” dedim… 40 parça aldılar götürdüler, büyük törenle açıldı orası. Vitrinleri tamamlandıktan sonra öbürlerini de göndereceğimi söyledim. Dün rektör yardımcısı aradı, “Hazırladık, gelin görün” dedi. Önümüzdeki hafta gideceğim görmeye… Onlardan bir albüm çıkartmalarını da istedim; büyük bir sanat albümü… Her biri hakkında bilgi vereceğim o zaman.
Kolay toplanacak bir şey değil. Satacağım diye almadım ben bunları; Türkiye’de bir Afrika müzesi kurulur diye düşünmüştüm.
T.A. Önünüzde yapılacak çok işiniz olduğunu düşünüyor musunuz?
H.T. Son aylarda bizdeki kültür devrimlerini içeren bir roman üzerinde çalışıyorum. Köy Enstitüleri, Klasikler, eğitim reformu, laiklik ve öğretmenlerin özverisi üzerinde duruyorum. Aydınlanma girişimlerinin her zaman desteklenmesi gerektiği kanısındayım. Yazarlara, sanatçılara, öğretmenlere ve tüm aydınlara büyük görevler düşüyor.