Kaleköy (1)

DSC_1041

Kaleköy ya da antik çağdaki adıyla Simena. Ada deseniz, ada değil. Ama ancak deniz yoluyla ya da yürüyerek ulaşabiliyorsunuz buraya.

Üçağız’da tekneciyle pazarlık ediyoruz. Deniz dalgalı…

DSC_0931Annesinin yaptığı oyalı yazmaları turistlere satmaya çalışan küçük kızın fotoğrafını çekiyorum iskelede. Sonra bir de annesiyle birlikte… Kız çok şirin. Saçlar saman sarısı. Deniz kabuklarından bir bileklik almaya ikna ediyor beni. Bir de bandana…

Buraya daha önce iki kez günübirlik gelmiş, Kaleköy’de kalmayı aklımıza koymuştuk. Düşünebiliyor musunuz, bisiklet bile yok! Gece oldu mu çıt yok! Kaldığımız pansiyon kıyının sonunda. Kıyıya sıralanmış pansiyonların, evlerin küçücük avlularından geçiyor, eğri büğrü basamakları çıkıp iniyor, daracık bir patikadan tırmanıyoruz. Yol bu.

Akşamdan motorcuyla anlaşıyoruz; sabah 9’da gelip alacak bizi. Biz kahvaltı ederken gelip oturuyor. Adı Ali. Bayağı konuşkan biri. Bizim pansiyonun sahibiyle de akrabalar. Burada hemen hemen herkes akraba zaten.

DSC_1061Deniz çarşaf gibi. Ali dümende gazete okuyor. Şu Akdeniz manzaralarına hayran olmayacak biri var mı acaba dünyada? Motorun patpatları da sahneyi tamamlıyor, bir hoşluk katıyor sanki. Süzülerek geçen yatlardakiler ne düşünür bilmem ama…

Sıçak İskelesi’nde Yörük Ramazan’ın yeri… Orada karnımızı doyurabileceğimizi söylemişlerdi. İlkönce Aperlai antik kentini gezeceğiz. Yemek sonra…

Yarımada bir kıstak yapıyor; bu yönde Sıçak, diğer yönde Aperlai. Yürüyerek yarım saat mesafede. Zeytin ağaçlarını geçtikten sonra göz alabildiğine uzanan ekilmemiş bir düzlük çıkıyor karşımıza. Kaleköy’deki dik patikalardan sonra tuhaf geliyor burada yürümek. İki tarafta yükselen yamaçlar zeytin ağaçlarıyla kaplı. Aralarında keçiler otluyor.

Bir Likya kenti olan Aperlai’ye varıyoruz. Kalıntıların bir bölümü sular altında. Bir lahit duruyor kıyıcığında. Antik kent yamaçta devam ediyor. Makiler sarmış her yanı, dolaşmak çok zor.

Gelirken gördüğümüz bir taş evin önünde iki kişi görüyoruz dönüşte. “Dedemindi burası” diyor genç olanı. “Boş duruyordu, geldik oturuyoruz.” Baba oğul imişler…

Yörük Ramazan ve karısıyla karşılaşıyoruz biraz sonra. Keçileri sulamışlar, dönüyorlar. Biz Düriye Hanım’la geride kalıyoruz. Yavaş yürüyor. “Ne güzel buralar, Düriye Hanım!” diyorum. “Neresi güzel?” diyor, mutsuz bir yüzle. “Su yok, elektrik yok… “Beyin gençliğinde ne işler yaptı?” diyorum. “Keçi çobanı işte, ne yapacak?” diyor.

Yanıtlar hep olumsuz… “Burada mı doğdunuz?”

“Burada doğduk, burada öleceğiz.”

Beyin ameliyatı geçirmiş geçen yıl. Güneşten korumak için başına örtüler atmış gelişigüzel. İki kızları varmış. Biri Kaş’a gelin gitmiş. “Öteki yanımızda,” diyor. Bir ağaç altına çöküyor. “Ben biraz dinleneyim,” diyor. Ben öndekilere yetişiyorum. Yörük Ramazan’ın yerine gelince, suna boylu, güzel bir kız çıkıyor bir kapıdan. Hoş geldiniz diyor, ama o da neşesiz. Yakışmıyor gençliğine. İşe koyuluyor hemen… Yemeğimiz hazır olana kadar yüzeceğim ben…

Patates kızartmasıyla salata çok lezzetli geliyor. İştahla yiyoruz, ekmeği bana bana. Yemek sonrası muhabbet sırasında öğreniyoruz ki yirmi bir yaşında yitirilen oğulun acısıymış yüzlerdeki. Bir de yıkım kararıyla boğuşuyorlar. Neredeyse herkesin böyle bir derdi var bu yörede. SİT alanı olduğundan, çivi çaktırmıyorlar. Ramazan, hapis bile yatmış bu yüzden.

Zeytinleri köylülerin toplamasına izin varmış da verimi düşükmüş ağaçların. Neden? Hani demin geçtiğimiz düzlük var ya, devlet sürülmesine izin vermiyormuş oranın. Altında tarihi eser olabilir diye. Tamam. Ama sürülmeyince, kaskatı toprak suyu çekemiyor, üstünden akıtıyor, onun yerine yüksekteki zeytinlik bölgenin suyunu emiyormuş. Vatandaş, verim düşüklüğünün nedenini böyle saptamış. Kıyıdaki yerinde de hiçbir düzenleme yapamıyor Ramazan. “Nasıl geçineyim?” İşte onun cevabı yok!

Bizim Kaleköy’de kaldığımız pansiyonun sahibi de dertli. O da dört ay hapis yatmış aynı sebepten. Hırsızlarla, katillerle bir tutmuşlar. Gücüne gitmiş. “Evleniyoruz, çocuklarımız oluyor, çoğalıyoruz,” diyor. “Bize yer göstereceğini söyledi, ama sözünde durmadı devlet. Mecbur kalıp bir iki ilave yaptık, SİT alanı diye suç sayıldı.”

Köyüne muhtar seçilmiş, güzel işler başlatmış hevesle. Hapis yatınca muhtarlığı da düşmüş.

Korkak, pısırık vatandaş istemesin devlet; dertlerini dinlesin, sorunlarına çözüm bulsun ne olur! Gelsin görsün; ülkemizi ziyaret eden yabancılar, kendilerini güler yüzle ve canla başla ağırlayan bu insanlara defalarca teşekkür ediyor. Bu cennet kıyılara, ülkemizin tarihi, kültürel değerlerine hayran kalıyorlar. Dönüp dönüp geliyorlar.

***

Tekne gezisi devam ediyor… Görülecek ne harika koylar var daha. Bunlardan birinde deniz gözlüklerini takıp dipteki sessiz ve gizemli dünyayı seyre koyuluyoruz…

Ve bir batık şehir daha: Kekova Adası. O da haftaya.

16/10/2008

Bizim Sakarya Gazetesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir