OYALAMAK


Oya deyip geçmeyin! Biz görmeye alışmışız da değerinin farkında değiliz, Turkish Needle Laces (Türk İğne Oyaları) yahut “Turkish Oya” diye arattığınızda binlerce internet sitesi çıkıyor karşınıza. “Nazar Boncuğu” da öyle. Şaştım kaldım! Daha doğrusu onlara değil kendimize şaştım.

Düşündüm: Spor giyimin yükselişe geçtiği günümüzde, Adidas’ın, yok bilmem hangi markanın tıpkısını yapacağımıza, geleneksel motiflerimizi uyarlayarak özgün modeller yaratsak ve bunlarla dünya pazarlarına çıksak… Yabancılar bizim el sanatlarımıza bu kadar önem veriyor, müzelerinde sergiliyorlar, öyleyse bayıla bayıla alırlar.

Buna benzer hedefler koymamızın ve bu yolda çaba harcamamızın bize geri dönüşü nasıl olur, hayal bile edemiyorum. Onların pazarladıkları uyduruk plastiklere bile bir şey sanıp para veriyoruz da kendi insanımızın, dünyanın en kolay işiymiş gibi hiç durmadan ürettiği bu eşsiz güzellikleri önemsemiyoruz. Yalnız güzel mi? Aynı zamanda işlevsel; hep kullandığımız, görmeye alıştığımız şeyler…

Oyalı yazmalar, danteller, çoraplar… ve daha neler neler…

Sadece şu çorapların adlarına bir bakmak yeter:

Muhabbet çengeli, yandım alamadım, yârimi eller aldı, eli mektuplu, elif-be, âşık kirpiği, gönül kilidi, kâtip çimciği, civankaşı, ergen bıyığı, sarhoş yolu, ciğerdeldi, bindallı, gül bahçesi…

“Bunlar çorap değil, âdeta nüfus tezkeresi!..” diyor Vasfi Rıza Zobu. “Hani masallarda birbiri arkasından açılan kırk kapılı saraylar vardır, onlar gibi bir âlem. Her gün yeni bir kapısını açıyorum. Ve her açtığım kapının arkasından bambaşka bir dünya seyrediyorum.” diye söz ettiği Kenan Özbel’in koleksiyonuna içi gitmiş. “Kendini aşağı görme” illetine tutulmuş ruh hastaları için bir sanatoryum kurup onun koleksiyonundaki oyaları, kumaşları, çorapları ve daha başka birbirinden güzel el sanatlarını buraya toplamalı, böylece her gün, Türk yaratıcı dehasının ürünlerini göstere tattıra bu hastaları iyileştirmeli, diyor. (Kenan Özbel’in Topkapı Sarayı Müzesi’ne armağan ettiği koleksiyonu, sarayın Türk El Sanatları Müzesi adlı bölümündedir.)

Sevgili Nebahat (Kır) Öğretmen, bütün Türkiye’den kumaş örnekleri toplamış yıllar yılı. Yatılı öğrencilerine tembih etmiş; “Memleketlerinize yazın, bana eski kumaşlar yollasınlar!” demiş. Böylelikle zengin bir koleksiyon oluşturmuş. Bir bölümünü emekli olurken okuluna, Adapazarı’ndaki Kız Meslek Lisesi’ne armağan etmiş.

Ya Dr. Kâzım Ertürk’ün geleneksel el sanatlarımızın en güzel ürünlerinden yarattığı eşsiz koleksiyon! Kendisini kısa bir süre önce yitirdik. Doksan yıllık yaşamı boyunca bunları titizlikle, sabırla ve gittikçe artan bir heyecanla biriktirmiş, sonra da büyük bir bölümünü şehrimize, paha biçilemez bir armağan olarak bırakmıştır.

Bunların değerini bilmek zorundayız. Üretenleri de koruyanları da göklere çıkartmalıyız aslında.

El sanatlarımız kaybolmasın diye büyük çaba gösteren dernekler de var tabii, ama kendilerini parçalasalar, ne kadar yol alabilirler? Devletin maddi desteğinden yoksunlar bir kere. Arada sırada sırtlarını sıvazlamayı, bir onur ödülü falan vermeyi biliyor devlet… Nerede yaratıcı üretkenlik ortaya çıkacak, orada maddi zorluklar duvar gibi çıkıyor bu ülke insanının önüne. Ve başlıyor yaratıcılığı da üretkenliği de törpülemeye…

Neden olmasın? Yarışmalar açalım, krediler verelim; özendirelim ki yetenekler ortaya çıksın, girişimciler kolları sıvasın. Anlık pırıltılara kapılmak yerine, içimizdeki uygarlık ateşini körükleyelim. Verdiğimiz teşvikler dalga dalga yayılıp genel bir kalite artışını tetiklesin; kör kuyulara gitmesin paralar… Borçlarımızı ödeyelim, sonra da ürettiğimiz kadar tüketelim.

Böyle bir tablo hayal gibi mi geliyor? Neden? Yeteneksiz miyiz? Sağduyudan, birikimden, bilimsellikten yoksun muyuz gerçekten? Tarımda, sanayide, eğitimde, kültür ve sanatta kendi kimliğimizle başarılı olamaz mıyız biz?

İstiyorlar ki kendimizi küçümseyelim, kimliğimizi yitirelim; biz çalışalım yabancılar kazansın… Kendi ülkemizde kendimizi yabancı gibi hissedelim… Bunu başarıyorlar.

En kötüsü de medyanın Türk halkına layık gördüğü saçmalıklarla oyalanarak tepkisiz bir toplum haline gelmemiz.

Atatürk’ün Türk halkına beslediği kayıtsız koşulsuz güven, sevgi ve gerçeği apaçık dile getirişidir bizim özümüzü, insanlığın özünü titreten; yüz binleri Anıtkabir yollarına döken… Medyanın da işbirliğiyle gerçekleri gizleyerek halkı oyalayanları Ata’ya şikâyetin özünde yatan buydu, bence…

“Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yüceltecek ve sürdürecek sizsiniz.” M. Kemal Atatürk

19/04/07

Bizim Sakarya Gazetesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir